Başlangıçlar ve yenilikler her birimizi heyecanlandırıp içimizde kelebeklerin uçuşmasına sebebiyet verirken sona yaklaşan durumlar, biten ilişkiler, kaybedilen nesneler, kaybedilen insanlar bizlerde buruk bir tat bırakır. Bir şeylere başlarken daha büyük cesaretler gösterirken aynı cesareti sonlandırma sürecinde göstermekte güçlük çekeriz. Yaşanan ilişkiler kimi zaman her iki tarafın isteği ile birlikte sonlanır kimi zaman ise tek tarafın ayrılık talebi ile sonlanabilmektedir ve bu durum karşı taraf için bir kayıp sürecini doğurmaktadır, kimi zaman ise ilişkinin sonlanması iki tarafında isteği dışında gelişerek bir tarafın vefatı ile sonuçlanabilmektedir.
İlk olarak ayrılık süreci ele alınacak olursa:
Yukarıda da belirtildiği gibi ayrılığı her iki taraf da istiyor ve bu fikri sürdürüyorsa herhangi bir krizle sonlanmayan ve yaşanılanlara saygı duyularak sonlandırılan bir ilişkide her iki tarafında acı ve ızdıraptan uzak rutin yaşantısına devam etmesi mümkündür. Bu durum her iki taraf için de sağlıklı bir süreç olarak nitelendirilebilir nasıl ki bir şeylere başlamak heyecanlı ve bir o kadar normal ve doğal iken bitirmenin de aynı şekilde olduğu bilinci her iki tarafta da oluşmuştur.
Ayrılık ne zaman acı verir?
Fakat süreç her zaman böyle işlemeyebilir ayrılık bir tarafın isteyip bir tarafın istemediği bir durum ise karşı taraf kendinden bir parçasını kaybetmiş, sanki yarım bırakılmış veya eksik kalmış hissedebilir burada yaşanılan duygu kayıplara karşı hissedilen bir duygudur.
Romantik ilişkiler ve bu ilişkilerden alınan doyum nasıl ki bireylerin iyilik halleri, mutluluk ve yaşam doyumlarıyla olumlu ilişkiliyse romantik bir ilişkinin sona ermesi de, özellikle bu ilişki birey için önemliyse, oldukça üzüntü veren bir olaydır. Yanında olmasını çok istediğiniz ve değer verdiğiniz kimsenin hayatınızdan çıkıyor olması küçük bir yas sürecini beraberinde getirebilmektedir bu durumun tarifi ise çok yakın birini kaybettiğinizde (vefat ile) verdiğiniz tepkiler ile bu duruma karşı verdiğiniz tepkilerin benzerliği olarak yapılabilmektedir.
İlişkiler kimi zaman gerçekten beklenti farklılıkları, bakış açıları, sosyoekonomik sebepler, inançlar, aile ilişkileri vb. gibi nedenlerle sonlanabilirken kimi zaman ise eşlerden birinin veya her ikisinin geliştirmiş olduğu inançlar veya mitlerden dolayı sonlanabilmektedir.
Ayrılık neden acı verir?
Her birimiz en doğru eş seçimini yapmak istemektedir sebebi ise mutlu sona ulaşmaktır. Fakat ilişkiler her zaman yolunda gitmez ve sona gelindiğinde mutlu bir son yerine hüzünlü bir bitiş de yaşanabilmektedir.
Ayrılık yaşanmaması için doğru eş seçmenin önemli ve gerekli olduğunu düşünen ve bunlarla ilgili birtakım mitler geliştiren toplumsal yapıların içerisinde yaşamımızı sürdürmekteyiz.
Eş seçimine ilişkin mitlerden bahseden Larson miti tanımlarken, gerçek olduğuna dair bir kanıt olmamasına rağmen, çoğunlukla kabul görmüş inanç olarak tanımlar. Evliliğe hazırlanma ve eş seçimiyle ilgili mitler, evlilik doyumunu yordayan ve doğru eş seçimi yaparak ayrılık sürecinden kaçınmayı sağlayacağı düşünülen mitlerdir.
Bireyin popüler yayınlardan, televizyon programlarından, filmlerden, arkadaş ve akrabalardan edindiği bilgiler ile kendi sınırlı tecrübelerinden çıkardığı sonuçlar ve doğru bilginin yanlış yorumlanmasının ayrılık sürecinin olmamasına dair mitlerin oluşumunu sağlayan kaynaklar olduğu görülmüştür. Mitleri destekleyecek hiçbir bilimsel kanıt olmamasına rağmen, birçok insan bunlara inanabilmektedir.
Peki bu mitler nelerdir?
“Sevgi yeterlidir.”, “Birlikte yaşama bizi evliliğe hazırlar.” ve “Evlenilecek muhteşem kişiyi bulana kadar evlenmemeliyim.” gibi mitler bireyin kendini, eşini veya evlilik konusundaki kararlarını çok fazla sorgulamamasına yol açtığından kişinin evlenmek için yanlış kişiyi seçmesine neden olabilmektedir. Hal böyle olunca da ayrılık kaçınılmaz olmaktadır, Aslında burada istenilen durum ile yaşanılan durum tezatlık göstermektedir.
İnsanlar yaşadığı romantik ilişkisine çok farklı beklentilerle ve inançlarla başlarlar. Gerçekçi olmayan beklentileri ve inançları ilişkisinde sorunlar yaşanmasına neden olur. Gerçekçi olmayan inançlar, çarpıtılmış varsayımlara dayalıdır ve ilişkide daha düşük doyum yaşanmasına yol açmaktadır. Düşük doyum ise ilişkinin sonlanmasına ve ayrılık sürecine zemin hazırlamaktadır.
Larson eş seçimi konusunda bireylerin kabul ettikleri dokuz sınırlandırıcı inançtan bahsetmektedir. Bu inançları şu şekilde sıralayabilmek mümkündür;
1- Yalnızca tek bir ideal eş vardır: Bu inanca sahip kişi, dünyada evlenebileceği tek ve yalnızca bir doğru kişi olduğunu düşünür.
2-Mükemmel eş: Bu inanç evlenilecek mükemmel bir eş bulana kadar evlenmemeliyim algısını ifade eder.
3-Mükemmel ben: Bu inançtaki birisi gelecekte bir eş olarak kendimden kesinlikle emin olana kadar evlenmemeliyim şeklinde düşünür.
4-Mükemmel ilişki: Bu inanç evlenmeden önce ilişkimizin devam edeceğini ispatlamalıyız şeklinde ifade edilir.
5- Daha fazla gayret etmeliyim: Bu inanç yeterince gayret sarf edersem evlenmek için seçtiğim kişiyle mutlu olabilirimi ifade eder.
6- Sevgi yeterlidir: Bu inançtaki bir kişi birisine aşık olmanın o kişiyle evlenmek için yeterli bir neden olduğunu düşünür. Evlilikte sevgi önemlidir, fakat tek başına yeterli değildir.
7-Birlikte yaşamak: Bu inanç kişinin evlenmeden önce evleneceği kişiyle birlikte yaşarsa, evlilikte mutlu olma şansını artırabileceğidir.
8-Tamamlayıcı olmayan: Bu inançtaki bir kişi, kişisel özellikleri kendisinden farklı olan birisini evlenmek için seçmelidir düşüncesine sahiptir.
9- Seçim yapmak kolay olmalı: Bu mitte, bir eş seçmenin kolay olması gerektiğine ve eş seçiminin tesadüfen ve şans eseri olduğuna inanılır. Böyle bir kişi, evlenme amacıyla kişileri birbirine yaklaştıracak çeşitli sosyal ortamlara ve etkinliklere katılma ve hazırlık yapmayı düşünmek yerine, ilk görüşte aşık olmayı ve şans eseri bir yerlerde karşılaşmayı bekler.
Bu mitlerin her biri sağlıklı olmayan bir ilişkiye sürükleyebilir ve dolayısıyla ilişki ayrılık ile sonuçlanabilir.
Ayrılık acısı ile nasıl başa çıkılır?
Pek çok araştırma, ayrılık sürecinde yaşanan stres ile duygusal ve psikolojik stres, depresyon, uyku problemi, anksiyete, yaşam doyumunda düşüş arasında ilişki olduğuna işaret etmektedir.
Bu çalışmaların sonuçlarına göre, bazı bireyler ayrılık süreciyle daha yapıcı bir şekilde baş edip, normal yaşamlarına çok daha çabuk geri dönebilirken, bazıları için bu süreç çok daha yıpratıcı ve sorunlu olabilmektedir. Bir başka ifadeyle, bu süreç bazı bireyler için daha kolay olabiliyorken, bazıları için daha zor olabilmektedir. Bu da, bireylerin ayrılma nedenlerini nasıl açıkladıkları ya da ayrılığı nasıl algıladıklarıyla ilişkili olabilir.
Çiftler ayrılık sonrasında, ayrılma nedenlerine ilişkin bazı açıklamalar yapma eğilimi göstermektedirler. Yapılan araştırmalar incelendiğinde, bireylerin ayrılmaya karar verirken ya da ayrılık sonrasında, ayrılığın algılanan nedenlerine ilişkin farklı açıklamalar yaptıkları görülmektedir. Örneğin, ilişkide yaşanan çatışma, kadının ya da erkeğin bağımsız olmayı istemesi ya da ilişkiden sıkılması gibi nedenlere rastlamak mümkündür.
Geçmiş çalışmalarda bir ilişkinin bitmesine neden olan etmenler ve ayrılığa verilen duygusal tepkiler çalışılmış olsa da, Sprecher bu çalışmalarda daha çok partnerlerden birinin bakış açısına dayalı sonuçların elde edildiğini belirtmektedir. Sprecher bu tür uygulamalarla, romantik ilişkilerle ilgili pek çok dinamiğin göz ardı edilebileceğine ve ayrılık nedenlerinin de bütünüyle anlaşılamayacağına işaret etmektedir. Bu nedenle, Sprecher yapmış olduğu boylamsal bir çalışmayla, ayrılık deneyimi olan her iki partnerden de veri toplamış, ayrılık nedenlerini ve bunun kişilerin iyilik halleri ve duyguları üzerindeki etkisini araştırmıştır. Bu çalışma sonucunda, dört farklı ayrılık nedeni saptanmıştır.
Bunlar; ilişkiye/ etkileşime ilişkin nedenler, dış etmenlere ilişkin nedenler, benliğe ilişkin nedenler ve partnere ilişkin nedenlerdir. Spercher yapmış olduğu bu çalışma ile daha öznel bir bulgu elde etmiş ve her ilişkiyi ve ayrılık sürecini kendi içerisinde incelemenin ve değerlendirmenin daha kıymetli ve sağlıklı olduğuna vurgu yapmıştır.
Araştırmada da değinildiği gibi her ilişki birbirinden bağımsız ve kendine has bir biçimde ilerlemektedir. Her ilişkinin bitiş nedeni farklılık gösterebildiği gibi ayrılan kişilerin de bu süreçle baş etme biçimleri farklılık göstermektedir. Kimileri ayrılık ile baş etmek için partnerini suçlayıcı ve yargılayıcı olup kendisinin ilişki içindeyken elinden geleni yaptığını ifade ederken, kimileri ise baş etme şekli olarak her zaman umudunu koruyarak eski sevgilinin tekrar geri geleceğine dair beklenti içerisindedir. Burada sağlıklı olan ilişki sürecini olabildiğince objektif bir biçimde değerlendirerek ilişkinin sonunu hazırlayan etmenler üzerinde akılcı düşünmeyi sağlayabilmektir.
Kadın ve erkek gözünden ayrılık acısı
Araştırmalara bakıldığında ayrılık nedenleri ve ayrılığa karşı verilen tepkilerde cinsiyet farklılıklarından da bahsedilmektedir. Bir çalışmada erkeklerle karşılaştırıldığında kadınların ayrılıkla ilgili daha fazla sayıda açıklama yapma eğiliminde oldukları belirtilmektedir.
Choo, Levine ve Hatfield’in çalışmaları, ayrılık sonrasında erkeklerin kadınlara göre daha az rahatlama ve hoşnutluk yaşadıklarını ortaya koymuştur. Bu çalışmada kadınlar ve erkekler ayrılık sonrasında başvurdukları başa çıkma stratejileri açısından da farklılık göstermektedirler. Buna göre, kadınlar erkeklerle karşılaştırıldıklarında partnerlerini daha fazla suçlama eğilimde olurken, erkekler kendilerini işe ya da spora adama eğilimindedirler.
Araştırmacılara göre, erkeklerin kadınlardan daha az hoşnutluk ve rahatlama yaşamaları anlaşılabilir bir sonuçtur, çünkü kadınlar erkeklere göre ilişkilerinin daha fazla farkındadırlar, bu da ilişkide yaşanan sorunları daha fazla fark etmelerine yol açabilmektedir. Bu nedenle kadınlar zaman içinde kendilerini ayrılığa alıştırırken, bu karar erkekler için bir sürpriz niteliğinde olabilmektedir.
Bir başka ifadeyle, kadınlar için ayrılık bir rahatlama olurken erkekler için bir sarsılma olabilmektedir.Choo ve arkadaşlarının sözü edilen bu çalışmaları, ayrılık sonrası kadın ve erkeklerin hissettikleri duygular açısından farklılaştıklarını vurgulasa da, bazı çalışmalar örneğin yine Sprecher’ın yapmış olduğu çalışmaları ayrılık sürecinde ve sonrasında hem kadınların hem de erkeklerin benzer duygular (yüksek düzeyde olumsuz ve düşük düzeyde olumlu duygu) hissettiklerini ortaya koymaktadır.
Ayrılık acısı ile yas süreci nasıl ilişkilendirilir?
‘’Yas acımasız bir hediyedir.’’
Vamık Volkan’ın yas sürecine dair muhteşem mottosu üzerinden yas ve ayrılık sürecini değerlendirecek olursak; yas tutmamak gibi bir şey asla söz konusu değildir. “”Hiç yas tutmuyorum.” diyen bir kimse savunma mekanizmalarından inkar veya bastırma mekanizmasını kullanıp yaşanması gereken süreci sadece öteliyordur.
O an, kaybedilen kişiye dair inkar edilen veya bastırılan duygular bir başka zaman, bir başka yerde o kimse ile ilişkili olmasa bile yas sürecini inkar eden bireyin karşısına elbet çıkacaktır. Burada yas tutma biçimleri farklılık göstermektedir tıpkı ayrılık sürecinde de olduğu gibi kimileri tüm duygularını dışa vurarak, nefret duyarak, kin besleyerek ayrılık acısını yaşıyorken kimileri ise daha çok içe kapanarak, daha fazla pişmanlık duyarak bu süreci yaşarlar yas süreci de böyle değerlendirmelidir. Kimileri yas sürecini kabullenip bir olgunlaşma süreci olarak geçirirken kimileri için ise tamamen yıkım, dünya küsme, ölen kişiye veya kişinin kendisine dönük öfkesi ve nefreti ile sonuçlanabilmektedir.
Ya ve ayrılığa gösterilen tepkileri kişisel bir zaaf ve zayıflık olarak algılamak yerine kişinin hayattayken veya ilişkide beraberken yaşanan olumlu yanları ile bilince veya bilinçdışına yerleştirildiği zaman kaybedilen yakın veya ayrılınan sevgili sağlıklı yan ile özdeşleşecek ve tasarım olarak kişinin zihninde olumlu kalacaktır.Sağlıksız olanı ise kaybedilen yakın ile hayatta iken veya sevgili ile beraberken yaşanan olumsuz duygular veya kaybedilen yakına dair yapılan veya yapılamayan olumsuz süreçleri bilinç ve bilinçdışına kazıyıp olumsuz bir tasarım sonucunda yitirilen kişiye veya ayrılınan sevgiliye dair hafızayı diri tutma,kin gütme veya nefret duyma süreci olarak ele almak mümkün olabilmektedir.
Kimi zaman ayrılık karşısında verilen tepkiler yas sürecindeki tepkilerle benzerlik göstermektedir. Çünkü süreçlere bakıldığında da her iki durumda da sevilen kişinin artık olmaması, sevilen kişiyi hayatınıza dahil edemeyişiniz ve hayatınızdan olmayan kişiye dair özlem duyduğunuz anlar, biriktirmiş olduğunuz olumlu veya olumsuz anılar bulunmaktadır ve siz artık biliyorsunuzdur ki o kişi artık yok ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bu durumu biliyor olmak bile kimi zaman fazlasıyla can yakıcı olabilmektedir işte tam da bu bakımdan ayrılık ve yakın birinin ölümü ile beraber gerçekleşen yas süreci birbirine benzerlik göstermektedir.
Bu nedenle yas süreci de daha detaylı olarak ele alınacak olursa;
Kayıp ve yas süreci
Yas insanların çoğunun konuşmaktan kaçındığı hüzünlü ve ağır bir konu olarak düşünülmektedir. Çoğumuz ölümden korkar, onu düşünmekten kaçınır, kendimizin ve sevdiklerimizin sonsuza kadar yaşayacağını varsayarız. Ancak er ya da geç ölüm yaşamımıza girer ve sevdiklerimizi yitiririz. Bu yüzden ölümle ve sonrasında yaşanan kederle nasıl başa çıkabileceğimizi öğrenmek önemli ve bir o kadar da gereklidir.
Peki, ölümden neden korkarız?
Canlıların dünyası incelendiğinde tüm canlılar hayatta kalmak için istemli veya istemsiz çaba harcadığı görülmektedir ve de karşılaşabileceği tüm tehditlere karşı kendilerini koruma eğiliminde olduğu fark edilmektedir. Hayatta kalıp, hayata adapte olmak için doğa ile başa çıkmak zorunda kalmış ilkel canlılardan bu yana değişmeyen nadir şeylerden biri canlıların hayatta kalmaya karşı verdiği mücadeledir.
Doğaya bakıldığında aç kalmamak, oluşabilecek tehditlere karşı savunma geliştirmek, herhangi bir yaşanabilecek doğa olaylarından daha az etkilenmek amaçlı barınaklar yapmak, yaşam alanı olan toprakları korumak için verilen savaşların hepsi aslında canlıların hayatta kalmak için ne kadar istekli olduğuna dair ispat niteliğindedir. Durum böyle olunca ise ölüm korkusu kaçınılmaz bir hal almaktadır. Hayatta kalmayı bu kadar çok isteyen bir canlı eninde sonunda öleceğini bilmekte ancak bu durumu konuşmaktan kaçınmakta, yaklaşacağına dair endişe duymakta ve yaşadığı her anın tadını çıkarma eğilimi göstermektedir. Bunun yanı sıra ise ölümden korkmanın başka birkaç nedeni daha olduğunu ileri sürmek mümkündür.
Bu nedenlere bakıldığında; yaşam etkinliklerinin değişmesi, ölümün aile üyeleri ve arkadaşlar üzerindeki yıpratıcı etkisi, kötü bir ölümden duyulan korku, ölümden sonra yok olma korkusu, ölümden sonraki bilinmezliğin korkusu tüm bunlar insanların ölüme karşı daha soğuk bakmasına ve endişelenmesine sebebiyet vermektedir.
Kişi yaşamı boyunca kendi hayatı için bu gibi endişeleri duyarken daha kontollü ve bilinçli olabilirken bir yakının ölümüne dair geliştirdiği senaryolar karşısında daha karamsar ve hüzünlü olabilmektedir .Kişinin yakınını kaybetmesine dair duyduğu bu derin endişe yakını kaybetmesi ile sonuçlandığında ise kayıp ve yas sürecini beraberinde getirmektedir.
Kaybetmenin etkisi: Yas süreci
Sevdiğimiz birini kaybettiğimizde keder içinde yaşanan sürece yas denir. Kaybı kabul etmemiz, kendimizi toparlamamız zaman alır ve hiç bitmeyecekmiş gibi görünen acı dolu bir dönem geçiririz.
Bir insanı kaybetmenin ve kaybının acısını çekmenin yaşamın doğal bir parçası olduğunu anlamaya çalışmak yas süreci biraz kolaylaştırabilmektedir.
Bu sürece karşı her bireyin verdiği tepkiler farklılaşabilmektedir burada kişinin kendi karakter özellikleri, kaybedilen kişi ile olan yakınlığı veya kaybedilen kişi ile ilişkisinin boyutu, aralarındaki bağın ne düzeyde olduğu gibi birçok etmen bulunmaktadır. Fakat burada üzerinde durulması gereken en önemli konu bu süreç ne kadar çok kabul edilip farkında olunursa sürecin o kadar sağlıklı geçeceğidir. B
u süreçte gerçekleşemeyecek hayaller kurmak veya süreci inkar etmek her ne kadar o an baş etmeyi kolaylaştırabilecek bir durum gibi görünmüş olsa da aslında bireyi sağlıklı olmayan ve hatta daha da sancılı olabilecek bir sürece dahil etmektedir.
Yapılması gereken en önemli şeyler ise; Kaybı kabul etmeyi öğrenmek, yitirdiğiniz kimse geri gelemeyeceği bilincini oluşturmak ve kaybedilen kişi ile ilgili geleceğine dair beklenti ve umut içerisinde olmamaktır.
Bu süreçte yardımcı olacak ve süreci iyileştirebilecek en büyük güç ise içinizdeki motivasyona inanmak ve trajik olaylarla baş etmeyi sağlayan içinizdeki güce inanmak olacaktır. Yaşanan bu olumsuz olayın ileride karşılaşılabilecek diğer zor olaylara göğüs germede yardımcı olacak nitelikte bir gelişim süreci olacağına dair inanç geliştirmek bu süreçle baş etme de iyileştirici ve toparlayıcı olmaktadır.
Yas süreci aşamaları
Yas süreci çoğu zaman aşağıda sıralanan aşamalardan geçerek gelişmektedir.
İnkar ve şok: Başlangıçta, sevilen birinin ölümünü kabul etmek zordur, ölümün gerçekliği inkar edilebilir, yakının ölümüyle ve genel olarak ölümle ilgili duyguların yakınlarla paylaşılması süreci kabullenmeyi kolaylaştırmaktadır.
Pazarlık: Böyle bir durumdaçoğu kimse ilahi bir pazarlık yapmaya çalışır. Bu pazarlıkta, genellikle yaşamın eğlenceli ve zevkli bir bölümü, kaybedilen insanın geri gelmesi için sunulur. Burada halen ölümün geri dönülmezliğinin bir çeşit inkarı vardır. Yapılan hiç bir hesabın yaşananı değiştirmeyeceği kaybın gerçekliği kendisini gösterdikçe fark edilmektedir.
Kızgınlık: Burada ölen kişiye karşı kendinizi ve sizinle beraber herkesi geride bırakıp gittiği, yaşamdayken yaptığı ya da yapmadığı şeyler için öfke, kızgınlık duyabilir, bu kızgınlık ve gerginlik kimi zaman başkalarına yöneltilebilmektedir ve ölen birine kızgınlık duymak dehşete düşürebilecek bir etki yaratırken , oysa olanları kabul etmek ve daha fazla paylaşımcı olmak daha az kızgın olmayı sağlamaktadır.
Suçluluk: Bir yakının kaybında onunla yaptığınız ya da yapmadığınız şeylerden ötürü pişmanlık ve suçluluk hissedilebilir. Ama burada önemli nokta şudur ki Yaşananları değiştirebilmek mümkün değildir hata yapmış olsanız dahi da insani yanınızı kabul edip kendinizi affetmek süreci kolaylaştırıcı bir etmen olacaktır.
Adalet arama: Bu aşamada en çok sorulan soru şudur: “Neden ben?” Ölümün adaletsizliğine karşı çıkılır ve yaşanılan kaybın bir şeyin bedeli olup olmadığı anlamaya çalışılır, ve de bulamayınca isyan etme ile karşılaşılabilir. Burada ölüme yapılan atıf önemlidir, ölümü hak edilecek bir ceza değil de, yaşamın akışının bir parçası olarak görmeye çalışmak yine sürece olumlu yansıyacaktır.
Depresyon: Başlangıçta büyük bir kayıp ya da boşluk hissi yaşanabilmektedir. Ruh halinde düzensizlikler, yalnızlık duygusu ve sosyal çevreden uzaklaşma bu sürecin devamında gelebilmektedir. Yas tutan biri olarak eski hale geri dönebilmek ve sosyal çevrede olup bitenlerle eskisi gibi ilgilenmek belli bir zaman alabilmektedir. Unutulmamalıdır ki bu aşamada cesaret verme ya da güven tazeleme gibi teselliler değil, acıya saygı ve sosyal destek daha güçlü yardımcı etki göstermektedir.
Yalnızlık: Kayıp nedeniyle sosyal yaşamda oluşan değişiklikler, bireyin yalnız ve korku içinde hissetmesine neden olabilmektedir. Bu süreçte insanlarla görüşüp, yeni arkadaşlar edinmek bu duyguların zamanla azalmasına olanak sağlamaktadır.
Kabullenme: Kaybı kabullenme, kayıptan mutluluk duymak anlamına gelmemektedir. Bu kabulleniş kaybedilen kimseyi unutmak ya da önemsememek de değildir. Tam tersine, durumun gerçek olduğunu teslim ederek, onunla başa çıkmaya çalışmak demektir.
Umut: Zamanla hatırlamanın daha az acı verdiği bir noktaya gelineceği geleceğe ve daha güzel günlere umutla bakmaya başlanacağı unutulmamalıdır. Değiştirilemeyecek gerçeklerle başa çıkmada bireyin kendisine zaman tanıması gerekmektedir.
Ayrılık ve kayıp ile nasıl başa çıkılabilir?
Ayrılıklara ve kayıplara karşı başa çıkmanın yolları nelerdir?
Bu süreçte anonim olarak oluşturan bu söz bir umut oluşturmaktadır.
“Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmem için güç, değiştiremeyeceklerimİ kabul edebilmem için dinginlik, bu ikisini birbirinden ayırt edebilmem için bilgelik ver.”
Burada dinginliği kazanmak en güç olan gibi görülmektedir, dinginlik kazanabilmek için ise;
Yalnızlık, kızgınlık ve üzüntü gibi duyguları açıkça ve dürüstçe aile ve yakınlarla tartışmak,umudu korumak,kimse için dini inançlar önemli ise bir din insanı ile inançlar ve hissedilen duygular ile ilgili konuşmak, kayıp ile ilgili yaşantıların paylaşabileceği herhangi bir destek grubuna katılmak, beslenme temel ihtiyaçlar gerekli özeni göstermek ve bireyin kendine karşı olabildiğince sabırlı olması ve iyileşmenin zaman alacağının unutulmaması ve kimi günlerin iyi olabileceği gibi kimi günlerin de kötü geçebileceğinin farkında olmak gerekmektedir.
Ayrılık acısı yaşayanlara uzman önerileri nelerdir?
Kayba uğramış kimseye yardımcı olmak için onun yanında olmak acısını paylaşmak saygı duymak yeterli olacaktır. Bilinenin aksine cesaret ve güven veren telkin ve tesellilerden uzak durmak gerekmektedir. Literatürde bunların işe yaradığına dair hiçbir bulguya rastlanmamaktadır.
Kişiyi üzmemek niyetiyle kayıpla ilgili konuşmaktan kaçınmak da olumlu bir etkiye sahip değildir, tam tersine kayıp yaşayan kişi istemediğini belirtmediği sürece durum hakkında konuşmak daha fazla iyileştiricidir. Konuşmaktan kaçınmak o duyguyu yok etmek yerine, tam tersine pekiştirmektedir.
Konuşma esnasında yaşananlarını kolaylaştırma amacıyla kaybı hafife almaya çalışmak da büyük bir yanılgıdır, kayıp gerçeğine uygun, onu önemseyen bir tutumla değerlendirilmelidir.
Kayıp yaşayan kişiye verilen önemi göstermek ve dikkatli dinlemek, onun duygularına ve inançlarına olan saygıyı belli etmek iyileştirici olurken, onun yaşadığı duruma benzer olan duygu ve deneyimleri paylaşmak ve “Seni çok iyi anlıyorum” gibi içi boş sözlerin süreci iyileştirici herhangi bir etkisi olduğu görülmemektedir.
Eğer ki depresyonun belirtileri çok ciddi ise ve kayıp yaşayan kişinin işlevselliğini etkiliyor, günlük etkinliklerini sürdüremiyorsa, bir uzmandan yardım alınması için kişiye destek olmak da oldukça önemlidir.
Bahsedildiği gibi birçok yaşantı aslında bir yerlerde birbiri ile kesişim göstermektedir. Bu yazıda daha çok ayrılık ve yas sürecinin kesişimleri değerlendirilmektedir.
İnsanlar olaylara karşı benzer tepkiler verebilmekte ve her iki durumda da bazen süreci sağlıklı bir biçimde yürütebilmekte güçlük çekmektedir.
Nasıl ki mutluluk, sevinç, aşk bir duygu ve bunun sonucunda yaşanan arkadaşlıklar, romantik ilişkiler normal bir durum olarak algılanıyor ve doyasıya yaşanıyorsa; hüzün, üzüntü ve keder gibi duyguların paralelinde yaşanan ayrılık ve yas gibi durumlarında hayatın birer parçası olduğu unutulmamalı ve en az diğer olumlu durumlar kadar normal karşılanmalı ve olması gerektiği gibi yaşanmalıdır.
Unutulmamalı ki bastırılan, inkar edilen her duygu elbet bir gün bir yerlerde su yüzüne çıkacaktır.
Başlangıçlar ve yenilikler her birimizi heyecanlandırıp içimizde kelebeklerin uçuşmasına sebebiyet verirken sona yaklaşan durumlar, biten ilişkiler, kaybedilen nesneler, kaybedilen insanlar bizlerde buruk bir tat bırakır. Bir şeylere başlarken daha büyük cesaretler gösterirken aynı cesareti sonlandırma sürecinde göstermekte güçlük çekeriz. Yaşanan ilişkiler kimi zaman her iki tarafın isteği ile birlikte sonlanır kimi zaman ise tek tarafın ayrılık talebi ile sonlanabilmektedir ve bu durum karşı taraf için bir kayıp sürecini doğurmaktadır, kimi zaman ise ilişkinin sonlanması iki tarafında isteği dışında gelişerek bir tarafın vefatı ile sonuçlanabilmektedir.
İlk olarak ayrılık süreci ele alınacak olursa;
Yukarıda da belirtildiği gibi ayrılığı her iki tarafta istiyor ve bu fikri sürdürüyorsa herhangi bir krizle sonlanmayan ve yaşanılanlara saygı duyularak sonlandırılan bir ilişkide her iki tarafında acı ve ızdıraptan uzak rutin yaşantısına devam etmesi mümkündür. Bu durum her iki taraf için de sağlıklı bir süreç olarak nitelendirilebilir nasıl ki bir şeylere başlamak heyecanlı ve bir o kadar normal ve doğal iken bitirmenin de aynı şekilde olduğu bilinci her iki tarafta da oluşmuştur.
Referanslar
1-Choo,P., Levine T. Ve Hatfield (1996) Gender,love schemas,and reactions to romantic break-ups.
2-Larson, J. H. (2000). Should we stay together?. SanFrancisco: Jossey-Bass A Willey Company.
3-Sprecher, S. (1994) Two sides to the break up of daiting relationships.
Bir yanıt yazın